Ana içeriğe atla

KİTAP DEĞERLENDİRMELERİ / CAHİLİYYE’Yİ FARKLI OKUMAK


CAHİLİYYE’Yİ FARKLI OKUMAK

MEHMET AZİMLİ


En eski dinleri, ritüelleri, mitolojileri, kültür ve medeniyetlerin birbirleri ile etkileşimlerini ilk çağdan itibaren inceleyen ve bunu meslek edinen biri olarak, bir kısım insanların aksine beni çok da şaşırtmayan bir kitap diyebilirim. Hatta Mehmet Azimli’nin diğer kitaplarını ve muadillerini okuduktan sonra, sadece İslam Tarihi’ne değil, Eski Çağ tarihine de hakim olduğunu düşünüyorum. Bazı fenomen ya da tek tip İlahiyatçıların aksine gündem çalışması yapmak yerine, kalıcı ve bilimsel eserlere imza atmış.  Bu kitap için yorumlarım, İslam Tarihi içinde geçen Cahiliyye döneminin sadece eski çağ uygarlıkları ile bağlantıları, kültürel benzerlikleri, örf ve gelenekleri, dini inanışları ve panteonları ile ilgili olacaktır. Ayetler ve hadisler üzerinde yorum yapmayı o alanda eğitim görmüş akademisyenlere bırakıyorum. Kitap yorumumdan önce neden şaşırmadığıma değinmek isterim. Biz Arkeologlar ya da Eski Çağ çalışanlar, Big Bang ile başlayan dünyanın serüvenini, başlangıç olarak kabul eder, canlıların üzerinde yaşamaya başlamasından bugüne kadar ki süreci insanlık tarihi olarak değerlendiririz. Tabiki bu değerlendirmeleri yazılı ve yazısız (Topraktan, taştan ve kemikten yapılmış olan çeşitli eşyalar, barınma amaçlı kullanılan mağaralardaki resimler ve kabartmalar, eski mezarlar, dolmen, geçmişten günümüze gelen çeşitli destanlar vb.) kaynaklara dayanarak, elimizdeki verileri karşılaştırılarak yaparız. Yani kazıda bir seramik parçası bulduğumda, bu parçaya direk bu bir testi MÖ şu yüzyıla ait diye tarihlendiremem, farklı benzer örneklerine de bakıp yorum yapmam gerekir ki sonra bir meslektaşım çıkıpda bu bir kulplu bardak ya da tabak demesin. İşte bu bağlamda yazar, konuları öncülleri ile değerlendirerek, tartışmaya açık yorumlar kullanmadan karşılaştırmalar yapmış; akademik bir dil kullanıp dip not ve birincil kaynaklar ile destekleyerek de bu alanda yazılan kitaplar arasında farkını hissettirmiş. 

Kitabın bölümlerini değerlendirmeden önce ifade etmeliyim ki, Mezopotamya uygarlıklarına uzandığımızda, dünya tarihinde yer edinmiş her medeniyetin, bir parçayı kendi kültürlerinde yaşattıklarını ve halen devam ettirdiğini görmekteyiz. Bir Yunan, bir Hitit medeniyeti farklı coğrafyalarda olmasına rağmen birbirinden etkilenirken, Mezopotamya kökenli Arap coğrafyasının da etkilenmemesi mümkün değil. Bu nedenle kitabı okuduktan sonra, Mezopotamya kültürü ile Arapların Cahiliye döneminin çok farklı olmadığını görebiliyorum. Yani biraz alt yapınız ve araştırma ruhunuz yoksa okumanızı tavsiye etmem.   

Kitabın birinci bölümünde, İslam Öncesi Araplar ile ilgili coğrafyası, dinleri, bu coğrafyada yaşamış olan topluluklar ve o dönemde ki yerleşim yerleri ile ilgili bilgiler verilmiş. Burada ki bazı topluluklara ve yerleşim yerlerine baktığımızda Nebatiler (Petra) ve Tedmürlüler (Palmira) gibi antik dönemden aşina olduğumuz önemli dini ve ticari yerleşimler göze çarpıyor. Bu yerleşimler antik dönemden itibaren putperest bir dine mensup. Tabiki biz bunlara put demiyoruz Arkeoloji ve Sanat Tarihinde. Bize göre bunlar o medeniyeti kültürel, sanatsal ve mitolojik açıdan yansıtan, panteonlarını belirlemede yardımcı olan heykel grupları.  Cahiliyye dönemi Araplarının önemli putları olan Lat, Menat, Uzza ve Hübel, Petra ve Palmira kentlerinde de görülmektedir. Biraz mitoloji bilgisi olanlar hemen eşleştirmeyi yapabilir. Lat bereket ve tarım tanrıçası. Neolitik dönemde Ana Tanrıça, Sümer’de İnanna, Hititler ’de Hepat ve geç dönemde Kubaba, Frigler’de Kybele, Lidyalılar ’da Kybebe, Yunan’da Demeter, Efes’te Artemis, Mısır’da İsis olarak karşımıza çıkıyor. Menat putu kader ve ölümü temsil ediyor. Mezopotamya’da Ereşkigal, Hititler ‘de Gul Ses- Gul Ases, Yunan’da Moiralar, Roma’da Dea Tacita, Mısır’da Hemsut gibi isimleri var. Uzza yıldızların tanrıçasıdır. Mezopotamya’da Hepit, Mısır’da İsis, Yunan’da Bendis, Roma’da Bellona gibi benzerleri mevcut. Hübel ise Arapların baş tanrısıydı. Ay tanrısıdır ve savaşçı kişiliğiyle de bilinir. Mezopotamya’da Sin, Hititler ‘de Arma (Hurri Kusuh), Frigler’de Men, Mısır’da Khons olarak eşleştiği görülmektedir. Bu put ya da bana göre heykel gruplarının öncülleri çok tanrılı dinlere mensup medeniyetlerin panteonlarında farklı isimlerle yer almakta, fiziksel özelliklerine bakıldığında ise Mezopotamya uygarlıklarından Sümer ve Asur sanatında görülen figürlere benzerlik göstermektedir. (Sanatsal kısmına değinmek istemiyorum çünkü geçmiş medeniyetler kadar başarılı değil.) Daha birçok örnek vermek mümkün fakat şunu kesinlikle belirtmeliyim ki İslam Öncesi Arap Kültürü Mezopotamya ağırlıklı olmak üzere eski çağdan birçok kültürü içinde barındırmıştır. Her dönemin medeniyetlerinde görülen ticarete dayalı tapınak ekonomisinin Cahiliyye döneminde de devam ettiği görülüyor. Nerede bir dini merkez varsa orada mutlaka dine dayalı bir ticaret her kültürde mevcut. Sümer’de Nippur, Yunan’da Akropolis, Hititler ‘de Hattuşa ve Şapinuva, örneklerinde olduğu gibi. 

İkinci bölümde Müslümanlık Öncesi Arap toplumunun İnançlarını irdelemiş. Şuna dikkat çekmek isterim ki, Mezopotamya’da başlayan inanç sisteminin diğer medeniyetlere etkisi artık Arkeolojik veriler ve ilk el kaynaklarla kanıtlanmış durumdadır. Sümerler bunun ilk örneklerini veren bir medeniyettir. Sümerler ’de olduğu gibi çok tanrılı dinlerde mutlaka bir yeri göğü yaratan baş tanrı bulunur. Tanrılara insansı bir vasıf verilir. Yiyen, içen, çocukları olan, sinirlenen, mutlu olan tanrıların duygusal özellikleride mevcuttur. Kitabın Allah inancı kısmında bu coğrafyanın insanının da Allah inancını bu şekilde yorumladığı görülüyor. Fakat bir Peygamber algısı mevcut Hz. İbrahim’i ataları olarak kabulleniyorlar. Kitap inancı, melekler, cennet cehennem, ahiret inancı, kader inancı bölümlerine bakıldığında yine eski çağ inanışlarını görmek mümkün. 

Üçüncü bölümde ise Müslümanlık Öncesi İbadetlere değinilmiş. Bence bu kısım kitabın en önemli kısmı. Abdest bilindiği üzere ibadet öncesi temizlik ve Allah’ın huzuruna çıkmadan önceki bir arınmayı temsil ediyor. Biz eski çağ dinlerinde buna arınma ritüelleri diyoruz. Tanrının huzurunda ibadetlerini yapmadan önce su ile yapılan bu ritüeller İslam öncesinde zaten var fakat İslam Dini tebliğ edildiğinde daha düzenli bir hal alarak tek tanrı inancının yayılması aşamasında sistematikleşmiş bir uygulama olmuş. Yine aynı ifadeyi namaz, namaz vakitleri, belirli günlerde yapılan ibadetler, ibadet yerleri, kurban, oruç ve zekat içinde söylemek mümkün. Hac ve hac ibadetini yerine getirirken ki usullerinde İslam Öncesi Arap kültüründe var olduğunu belirtilmiş. Yani Peygamberimiz yeni bir din ile yeni uygulamalar getirmemiş. Önceki tek tanrılı ilahi dinleri tamamen yok saymamış, var olan üzerine düzenlemeler getirmiş. Ama temelde yapılması ve yapılmaması gereken hükümler, cennet cehennem kavramı ibadetler vs. hemen hemen aynı. Yazar bu kısımları ayetler, hadisler ve birincil kaynaklarla destekleyerek muntazam tespitler yapmış. 

Dördüncü bölümde Müslümanlık Öncesi Toplumsal Hukuk konusu incelenmiş. Evlilik hukuku kısmı benim için en can alıcı bölüm diyebilirim. Evlilik uygulamalarını ve nedenlerini o döneme göre örnekleriyle açıklanmış. Bu bölümü okurken yazarın güzel bir ifadesi geliyor aklıma. “Tarihi değerlendirirken her tarihî olayı, ortaya çıktığı döneme ve o dönemin şartları çerçevesinde şekillenen düşünce sistemine göre değerlendirilmelidir. Bizim en büyük yanlışımız bugünün şartları ile yorumlayıp photoshoplayarak günümüze uyarlamak.”  Bu çok doğru bir söz, zira bunu şiar edinen kısım azınlıkta. Günümüzde bile Cahiliyye Dönemi evlilik anlayışının bir kısmının bazı toplumlar tarafından hala devam etmesi üzücü tabiki. Kitapta yer alan boşanma hakkının sadece erkekte olması, kadınların mirasta yer almaması, kadının bir tarlaya benzetilmesi ki bu Sümer Metinlerinde de mevcut, o dönemin cahil uygulamaları arasında. Anadolu coğrafyasında 400 yıldan fazla hüküm sürmüş Hititlerin bile ilkleri arasında kadın hakları varken bu Cahiliyye Arap kültüründe kadının yeri yok maalesef. Bu dönemde kadının bir meta gibi kullanılması, kıymet ve değerinin belirli ölçülere dayanması, hiçbir hakkının olmaması ki şu anda bile Arap Ülkelerinde aynı mantığın değişmediğini görünce, dinimizin insanlık için ne büyük bir nimet olduğunu anlamamıza yetiyor. Kitaptan, Peygamberimizin bu kültür ve geleneklerle mücadele ederek, İslam Dininin gereklerini öğretmek için verdiği çaba ve yaşadığı sıkıntılar anlaşılıyor.  Kanaatimce de İslam dinini en güzel yaşayan ülke Türkiye. Tabi hala ülkemizde Cahiliyye Dönemi adetlerini bize dinimizin gereği gibi yutturmaya çalışan, ayet ve hadisleri işlerine geldiği gibi kullanan, eski çağdan kalma mitolojik hikaye anlatıcılığını vazife edinerek bire bin katarak aktaran, bunu da Allah’ın rızasını kazanmak için yaptıklarını söyleyip milyonları cebine dolduran şovmenler olmasa…  

Beşinci ve son bölümde ise, Müslümanlık Öncesi Kültürel Unsurlara yer verilmiş. İsimler kısmını okuyunca, günümüzde ailelerin yeni doğan çocuklarına isim verme telaşı aklıma geliyor. Hele bir kesim var ki sırf hem Kuran’da geçsin birazda marjinal olmak adına, anlamlarını araştırmadan bazı isimleri çocuklarına veriyor. Buğra erkek deve, Ecrin ücret/ödenen herhangi bir hizmete karşılık verilen bedel, Bade içecek/içki, Efsa sihir/büyü, vs. aklıma gelen örnek olabilecek isimler. Bu kısımda belirtilen “insana pozitif bir katkı ve enerji sağlayan isimlerin tercih edilmesi “dikkate alınması gereken bir uygulama diyebilirim. Sakal, sünnet olma, tıp, halk inanışları, yağmur duası, yıldız inancı ve yemin bölümleri eski çağ medeniyetlerinin kültürleriyle bağlantılı olup halen günümüzde de devam eden kültürel aktarımlar olduğu Etnoarkeoloji gibi bilimsel çalışmalarla kanıtlanmış durumdadır. Yazar, giyim kısmında İslam’ın, Cahiliyye toplumundan farklı bir giyim tarzı önermediğini vurguluyor. Sadece erkeklerin tek tip giysilerinin, askeri düzende ve savaşlarda sıkıntılı durumlara yol açtığı belirtilmiş. Kadınlar için ise başörtüsünün, Hristiyanlık ve Yahudilikte de var olduğunu, Asur kanunlarında kadınların sokağa çıkarken başörtüsü takmaları gerektiğini, İslam dini ile örtünün gerdanları üzerine indirilmesinin emredildiğini belirtmiş. Başörtüsü meselesini İslami anlamda tartışacak değilim ki bu meselenin eski çağın ilk uygarlıklarına kadar dayandığı doğrudur. Sadece küçük bir katkı yapmak gerekirse; Sümer, Asur, Babil gibi Mezopotamya medeniyetleri, Hitit, Frig, Lidya gibi Anadolu Medeniyetleri, Yunan ve Roma Medeniyetlerinde de kadınların örtü kullandığını, çeşitli şekilleri ve uygulama alanlarının olduğunu görüyoruz. Ama hepsinin başörtüsü mü olduğu, ne amaçla kullanıldığı kesin değil. Hiçbir Sümerce metinde, Müslümanların kullandığı başörtüsü ile bire bir örtüşen “başörtüsü” karşılığına rastlanmamakla birlikte, tam olarak tasviri mümkün olmayan, başa takılan bazı giysilerden bahsedilmekle beraber bunun bugünkü başörtüsü ile aynı olduğunu söylemek doğru değildir. Fakat kadınlar her dönemde ister kanunlar gereği, isterse inanışları ve ritüelleri gereği başörtüsü ya da benzeri örtüleri kullanmışlardır. 

Bir Arkeolog ve yeni yetme İslam Tarihçisi gözüyle yorumladığım bu kitabı ilk okuduğumda, Arkeolojik verilerin bu dönemi aydınlatmada ne kadar önemli olduğunu ifade etmeliyim. Bu nedenle Arkeoloji ve Etnoarkeoloji ile ilgili daha neler bulabilirim diye araştırdığımda, bu alanda ki verilerin derya deniz olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ülkemizde yeni yeni çıkış yapan İslam Arkeolojisi bölümünün yaygınlaşması ile farklı gibi görünen bu iki disiplinin çalışmalarıyla eminim yeni veriler gün yüzüne çıkacaktır. Kısacası İslam Tarihine ilgi duyanlar için iyi bir başlangıç kitabı olarak tavsiye edebileceğim gibi bu alanda çalışma yapan akademisyenlerin de dikkate alması gereken önemli bir kaynak kitap...

İyi okumalar...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DOR DÜZENİ

DOR DÜZENİ MİMARİ ELEMENLARI ( YUNAN KÖKENLİ)             M.Ö. 7 ila 5. yy arasında örnekleri görülen tapınaklar Yunanistan, Güney İtalya, Sicilya ve Anadolu’da yapılmıştır. Başlangıçta ahşap mimari, sonraları taş mimariye geçilmiştir. Taş mimariye geçişin ilk dönemlerinde de çatı ahşap olarak yapılmıştır. Krepidoma: Üç ya da daha fazla sayıdaki Krepis adı verilen basamaklardan oluşur. Stylobat: Sütunların ve Cella duvarlarının üzerinde durduğu tabanın döşeme yüzeyi. Dor Düzeninde sütunlar doğrudan Stylobata yerleşir. Sütun kaidesi yoktur. Sütun: Dor Düzeninde sütun gövdesi genellikle kasnakların üst üste konmasıyla oluşur. Sütun alt çapı üst çapından daha büyüktür ve dolayısıyla sütunlar yukarıya doğru incelerek yükselir ve ortalarda bir şişkinliğe sahiptir ki, buna Enthasis denir. Gövdedeki yivlere Kannelur adı verilir ve bu yivler birbirleriyle kesişirler. Sütunun yüksekliği sütun alt çapının katlarına bağlıdır. Başlık iki kısımdır. Ekhinus ve Abaküs. Ekhinusun süt

İON DÜZENİNDE Kİ KAİDE TİPLERİ

İON DÜZENİNDEKİ KAİDE TİPLERİ               Antik mimarlıkta kullanılan İon düzeninin, MÖ. 6.yy civarında örneklerini görmeye başlıyoruz. Bu düzen Anadolu’nun batı ve güneybatı kıyılarında gelişmiş ve kullanılmaya başlanmıştır. İon düzeninin belirgin özelliklerinden biriside, sütunun kaide üzerine oturtulmasıdır. Kaide (Basis), genel anlamda Antik çağda, üzerine heykel veya sütun oturtulan altlıktır. İon mimarisinde kullanılan kaideler farklı yapısal özellikleri ve mimarinin   Batı Anadolu ve Attika’da bölgesel olarak ayrımına yol açmıştır. İon düzeninde kaidenin iki farklı formu bulunmaktadır.           1-  KÜÇÜK ASYA İON TİPİ (ANADOLU TİPİ) KAİDE           2-  ATTİKA İON TİPİ KAİDE KÜÇÜK ASYA İON TİPİ KAİDE            Küçük Asya İon sütun kaidesinde görülen form plintlios üzerinde (çift trokhilos )spira ve bir torus sıralamasıyla oluşmuştur. Genellikle Anadolu ve Ege Adaları üzerinde etkili olduğu görülmektedir. Efes’te Artemis Ta

OLYMPIA ZEUS TAPINAĞI

                                                                                                      OLYMPIA ZEUS TAPINAĞI   (MÖ.470-460) •        Olympia kutsal alanının içerisinde Zeus tapınağı en gösterişlisidir. •        Su taşkınlarından korunmak için 3m yığma toprak üzerine yapılmıştır. •        68x28m ölçüsünde 6×13 sütunlu Dor düzeninde, peripteral bir yapıdadır. •        Mimarlığa ait kısımları kireç taşından, heykeltıraşlık eserleri mermerdendir.            •        Cella içerde yan duvarlara yakın iki sıra sütunla üç kısma ayrılmıştır.  •        Metoplar doğu ve batı taraflarda altışar tane olmak üzere Cella duvarında yer almıştır. •        Tapınak Elis bölgesinde, bir kült, yeri olan ve Olympiadların yapıldığı Olympia şehrinde inşa edilmiştir. •        Elisli Libon tarafından inşa edilen Zeus tapınağının M. ö. 456 yılında tamamlanmış olduğu anlaşılmaktadır. •        Tapınağın kült heykelini Pheidias yapmıştır.